19 Kasım 2008

İPLER KİMİN ELİNDE?



ben ilk anda,
aklıma geldiği, dilimin döndüğü kadarıyla
yazıyorum yazımı
ve hemen yayınlıyorum.


siz de sıcağı sıcağına
fırından çıktığı gibi bakıyorsunuz
tadına çoğu zaman.
ama yazı ilk çıktığı gibi durmuyor bazen.
terbiyeleniyor, sosu ekleniyor filan....
bi bakıyorum nerdeyse yeni bir versiyon oluşmuş.
şu ana kadar hiç farkedip de
"aaahaa yakaladım. bu yazı böyle değildi" diyen olmadı.
farkeden oldu belki de diyen olmadı.
aslında konunun kaderini değiştirecek keskinlikte düzenlemeler değil tabii bunlar.
yumuşak ama gerekli rutuşlar...

bazen kendimi kaybedip
bu böyledir böyle olmalıdır gibi tabirler kullanıyorum.
onlar törpüleniyor mesela.


çünkü bir insanın diğer kardeşine karşı vazifesi
belki ona yeni pencereler açmaktır, fakat
kafasını tutup o yöne zorla çevirmek değildir.
bakmak istemeyene kızmaz, darılmaz.
görmek istemeyenin gözüne sokmaz.

elini, kolunu, dilini, kulağını bağlamaz.
acaba burayı da törpülesek mi?

aslında biri kendisine birşey anlatmaya çalıştığında,
ona güvenip güvenmeme konusunda
en önemli kriteri şu olabilir insanın;

bunun karşılığında benden bir ücret istiyor mu?
ya da bana ne satmaya çalışıyor?

evet.
televizyonda çok yaşıyoruz bu olayı.
bu soruları sorup da kendine
ne yapmaya çalıştıklarını çözebilenler kapatıyor hemen.
bazen ne yapmaya çalıştıklarını bile bile de
lades diyebiliyor insan
o da ayrı konu.


şimdi bir film repliği ile konuyu biraz açalım;

- Dur biraz. Haberleri mi dinliyorsun?
(der, kitap kurdu, ince, naif, harika çocuk)


- Şimdi de haberlere mi kafayı taktın?
(der, ekşıncı, kaba, boşvermiş, alaycı adam
)

(çocuk): Evet, haberlerle ilgili
büyük bir sıkıntım var.
Ne olduğunu söyleyeyim mi?
Haberler tamamen hileli.

Her Allah'ın günü, duyduğun her şey
şirket medyaları tarafından
sadece tek bir amaç için tasarlanıyor:

Seni korku içinde yaşamaya zorlamak.

(adam): Korku mu?

(çocuk): Mutlak korku.
Bu sayede dışarı çıkıp, muhtemelen
asla ihtiyaç duymayacağın
şeyleri satın alıyorsun...
ve yayıncı kuruluşlar,
reklam geliri kazanmaya devam ediyor.

umursamaz adam umursayacak gibi olur fakat
o sırada hayatın ekşını başlar,
o da ekşıncıdır ya,
dalar gider maceraya...


dünyayı,
korkutulmuş, bezdirilmiş,
hayatını ekşınla korumaya çalışan,
silahına güvenen ekşıncılar değil,
düşünen,
perdeye değil perde arkasına,
kuklaya değil kuklacıya,
parmağın ucuna değil,
işaret ettiği yere bakabilen çocukların
kurtarabileceğini düşünüyorum açıkçası.

evet ekşına gerek yoktur. çünkü kuvvet haktadır.
dolayısıyla güçlü olan değil
haklı olan kazanacaktır.
hak dağıtmaktan aciz hukuk sistemimizi gözardı ettiğimi sanmayınız.
ama endişlenmeyiniz o da bu haksızlığa dayanamayacaktır.

işte o çucuklar o gençler ise kapıdadır.
siz siyasetin yalancı oyuncaklarıyla oynarken beyamcalar,
onlar kendini eğitiyormaktadır.
kamptadır.

kırk kilit vurup ulaşılmaz yaptığınız arşivler
okunamaz hale getirdiğiniz kitaplar sizin olsun.
saklayınız.
şimdi sizden istedikleri hiçbir şey yok
sadece kapının önünde durmayınız.
onlar artık tıkayamadığınız bir kanaldan besleniyor.
sakin olunuz. tamaam... kudurmayınız:)

hülasa;

para, pul, reyting, tık, oy vesaire gibi maddi bir talebi ya da,
sevgi, saygı, hümet, paye vesaire gibi manevi bir talebi yoksa
böyle birine güvenmiycenizde kime güveneceeniz kardeşler sorarım size?
yazar burada kimseyi kastetmiyor :)

aldanmak riski ise her zaman için vardır.

ama şu kısacık ömürde,
şu dostsuz zamanda,
toplumumuzda güven krizi oluşturarak rant elde eden kesimin
ekmeğine yağ sürmemek için dahi
güvenmeliyiz dostlarımıza.

ya da,
boşverin, dokunun kumandanın tuşuna
devam edin o "dayanılmaz" ekşına.
birgün anlarız belki birbirimizi,
o ekşın*ın içinde buluştuğumuzda.

ya da şöyle mi bitirsek?
birgün anlarız belki,
o ekşının içinde
birbirimizi kaybettiğimizde.

*ekşın: bildiğimiz ekşındır.
vurdu kırdıdır.
tarantinonun hicvettiğidir.

K®HAN